İNTİKAM SOĞUK YENEN BİR YEMEKTİR – YOSİ MİZRAHİ
Hayatının her anına gülücükler serpiştirmeyi seçmiş bir adamla röportaj yaparken kahkahalarla gülmemek imkansız. Fotoğraflarda pek bir zalim duran Yosi Mizrahi, bildiğiniz şeker gibi bir adam. Bu konsept çekimi yaparken Mehmet Turgut’a olan güveni, ipleri ona tamamen bırakacak kadar tam. Espri anlayışı olmayanlar, röportajın devamını okumadan sayfayı çevirebilir!
Daha yumuşak, gülücüklü, mutluluk dolu bir sayı yapalım istedik, ama senin röportajın bir istisna oldu. Yapamadan duramadık ve seni kana bulaştırdık, Hitler’in kafasını kestirdik. Bu çekimi kabul ederken aklından neler geçti?
Işin gerçeğini söylemek gerekirse, fotoğraflarımı Mehmet’in çekmesini ve 46’da fotoğraflarımın olmasını çok istiyordum. Çok enderdir bütün ipleri birilerine bıraktığım işler, bu iş onlardan bir tanesi oldu. Benim için Mehmet bütün iplerin rahatlıkla bırakılabileceği, sonsuz güvenle iş yapabileceğim bir adam çünkü işini çok iyi yapıyor. “Konsepte karışmıyorum, sen ne dersen tamamdır” dedim. Konsept gelince “bunu ancak sen düşünürsün, ve ancak ben çektiririm herhalde fotoğraf olarak” dedim. Birkaç arkadaşıma söyledim “büyük cesaret, ciddi mezvular dönebilir” dediler. Adamın yaptığını sonuçta hiçbirimiz inkar etmiyoruz, ne kadar fena bir şey olduğunu, ne kadar ciddi bir soykırım olduğunu. Özellikle benim yahudi olmam… yani benim için hoş bir çalışma oldu, çok mutluyum çıkan şeyden.
Hiç tereddütün olmadı mı?
Hiç. Yani konsepti söyledi, “tamamdır aga” dedim. Ancak bu olmazdı, olmazı da yapmamız gerekiyorsa budur. Benim için başka bir kompozisyon çalışması oldu. Yarın bir gün böyle bir filmde oynamam gerekebilir, hiç tereddüt etmeden oynarım, zaten bir sürü benzer film var bununla alakalı. Bir de işin profesyonel tarafına baktığınız zaman benim mesleğim oyunculuk, ben her türlü şeyi yapabilmeliyim. Bu konuda herhangi bir çerçevenin içerisinde kalmadım bugüne kadar, kalmam da.
Kişisel olarak baktığında senin için küçük bir intikamın dışavurumu olabilir mi?
Sonuçta aktörüm, her rolde oynayabilirim o yüzden böyle bir şey beni bağlamaz dersem belki kendimize biraz yalan söylemiş olabiliriz. İçimizden küçük bir “egomuzu tatmin etme” mevzusu da olabilir yani.
Elini de öptürdün!
E tabii, elimizi öptürdük, kafasını kestik falan, küçük de olsa bir ego tatminimiz yok dersem yalan olur. Cemaatin adına böyle bir şövalyeliği yaptım sanırım.
Röportajlarında sevgiden bahsediyorsun, sevgiyi savunan bir insanın böyle bir kompozisyonda yer alması sence tezat yaratmıyor mu? Bu yönde eleştirilmekten korkuyor musun?
Bununla ilgili eleştirilmekten korkmuyorum. Sonuçta ben, tırnak içinde söylemek gerekirse, bugün gerçek anlamda kalkıp da bir alman vatandaşının kafasını kesip, böyle bir şey yapsam, evet bir şiddet eğilimi, bir sevgisizlikten bahsedebiliriz. Ama bu başka bir profesyonel çalışma şekli olduğu için, böyle bir şeyin geleceğini zannetmiyorum. Ama gelirse de kafasında soru işareti olan insanları rahatlıkla aydınlatabileceğimi düşünüyorum. Dünya üzerindeki sevgisizlikten hep bahsederim, özellikle son dönemde Türkiye’de şiddete bir eğilim var, biz türk toplumu olarak gün geçtikçe şiddeti daha fazla keşfeder olmaya başladık, yavaştan bir psikopatlığa doğru gidiyoruz.
Açtık kendimizi…
Bir açtık ki pir açtık! Ama bu mertebeye henüz ulaşmadık inşallah da ulaşmayız.
Yakınlaştık ama sanki, Bedri Baykam sokak ortasında bıçaklandı mesela…
Türk toplumu olarak öfke kontrolü problemimiz var; neye nasıl, ne kadar tepki vermemiz gerektiğini çok fazla bilmiyoruz. Onu da inşallah önümüzdeki 150 sene içinde öğrenirsek…
İyimser bir yaklaşım oldu…
İyimser mi? Ben orta karar bir şey söyleyeyim demiştim! 75-80 senede olmayacağı malum.
Bu çekimde bir espri anlayışı var aslında, verilmek istenen bir mesaj yok. bir konsept oluşturuldu ve sen bunun içinde yer aldın. Espri anlayışı olmayan insanlar senin bünyende nasıl bir tepki yaratıyor.
Espri anlayışı olmayan insanlarla ben ciddi bir şekilde iletişim problemi yaşıyorum çünkü espri, komiklik, gülümseme, bunların hepsinin bizim ruhumuzu besleyen duygular olduğuna inanıyorum. Ben yahudiliğiyle en fazla dalga geçen adamımdır, arkadaşlarım da bunu bildikleri için bu espri anlayışını belli sınırlar dahilinde bilirler. Malum nedir işte yahudiler pintidir, cimridir, herşeyin en ufak hesabını yaparlar… Benim kariyerime baktığın zaman %80’i komedi üzerinedir, çok nadirdir dizilerde drama oynadığım, hele tiyatroda hep komedi oynadım çünkü insanların gülmeye ve mutluluğa ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Bu bilinçli bir seçim mi yani?
Tabii bilinçli bir seçim. Hatta geçen gün ekiple konuşuyorduk, bir Brecht veya bir Shakespeare oynayacak olsak bile, bunun komedi versiyonunu yaparız herhalde. Çünkü insanların gülmeye ihtiyacı var ve ben hayata böyle bakıyorken espri anlayışı olmayan bir adamla aynı atmosferi solumam çok zor. Bir süre sonra ister istemez muhabbet tıkanacak ve “çok memnun oldum, teşekkür ederim” deyip uzayacağım ben ordan. Bir de hayatı ti’ye almak, hayatla dalga geçmek zaten çok eğlenceli.
Senin için mutluluğun formülü bu diyebilir miyiz? Gülmekten, eğlenmekten geçiyor…
Tabii ki, ben her zaman bir işi kabul ederken, özellikle televizyon dizilerinde rolüne baktıktan sonra kadrosuna bakarım. Eyvallah, sette eğleneceğiz, mühim olan o, yani ben önce eğlenmeliyim. Eğlenirsem işimi daha iyi, daha pürüzsüz, daha lezzetli çıkardığıma inanıyorum. Benim ivme kazandığım yer eğlence. Mesela bizim tiyatro ekibine birisinin girmesi için illa çok yetenekli olması gerekmez, eğlenceli olması yeterlidir. Çünkü yetenek geliştirilebilen bir şey, eğlence geninizde varsa vardır.
En büyük enerji kaynağın nedir?
Pozitif düşünce bence. Ben birtakım şeyleri overdose yaşayan bir adamım, çabuk demoralize olurum, çabuk sinirlenebilirim ama sonrasında elimden geldiği kadar bardağın dolu tarafına bakarak kendimi pozitif enerjiyle yüklerim ve mevzuyu unuturum. Bu yüzden mesela kin duygusu yoktur bende, unuturum çünkü. Kazanmak lazım, kaybetmek kolay çünkü.
Bu sende var olan bir kişilik özelliği mi yoksa kendinde geliştirmeye çalıştığın bir özellik mi?
Yok kendimi bildim bileli bu böyle. Nefret ettiğim insan yoktur mesela benim, yani anlaşamıyorsam uzak durmayı yeğlerim.
Bu röportaj aracılığıyla söylemek isteyebileceğin, mutluluğa dair bilgece bir lafın var mı? Hani “insanlar bunun bilincine bir varsa herşey o kadar değişecek ki hayatlarında” dediğin…
Söyleyeyim, aynı zamanda tiyatromuzn da mottosudur, bizim şöyle bir söylemimiz var ve çok doğru olduğuna inanıyoruz: beraber eğlenemeyen insanlar beraber bir gelecek kuramazlar. Demin dediğim şeye geliyor, beraber eğlenemiyorsam arkadaş olma ihtimalim yok. Gelecek kurmak için de arkadaş olmak lazım. Ben onu söylüyorum her zaman eşime: “benimle eğlen! Çünkü ben seninle çok eğleniyorum!”. Eğlence biterse paragraf sonlanabilir. Eğlenmek lazım, hayat çünkü çok kısa. Ortalama ömür 60-65 yıl deniyor, bu da şu demek: 65 tane yaz geçireceksin, 65 tane kış geçireceksin.
Hayır öyle düşünmek istemiyorum!
Ya anladın mı?! Dolayısıyla eğlenmek lazım. Eğlence! Eğlence! Eğlence! Hayatta birtakım problemler yok mu, hayatta birtakım suya sabuna da değinmek lazım, eyvallah. Onu mesleğimde yaptığıma inanıyorum. Buradan şu anlaşılmasın: bu adamlar da sadece komedi oynuyor. Evet komedi oynuyoruz ama oynarken de dertlerimiz varsa, onu iletiyoruz, paylaşıyoruz seyirciyle. Benim konferans verecek halim yok, derdimi sahneye çıkarak ve eğlenerek anlatabilirim, sıkıcı olmadan.
Peki ya ciddi tarafın?
Zaman zaman ciddi tarafa, karanlık tarafa, dark side’a geçtiğim dönemler oluyor. O çok kısa sürüyor ve ben o ciddi Yosi’den çok sıkılıyorum. Profesyonel bir iş konuşurken ister istemez ciddi oluyorsunuz, duruşunuzla alakalı, dolayısıyla ben çalıştığım adamlarla daha sonra hep arkadaş oluyorum. Özlem Hanım Yosi Bey diye konuşuyoruz, üçüncü görüşmeden sonra Özlem’ciğim Yosi’ciğime dönüşüyor, e zaten o zaman da işin eğlenceli tarafı ortaya çıkıyor. Ondan sonra hayatımıza arkadaş ve eğlenceli kişiler olarak devam ediyoruz. Çok ender çıkar benim ciddi tarafım, ama çıktığı zaman da hakkını veririm elimden geldiği kadar.
İnsanlarla kolay kaynaşabilen bir insan mısın?
Çok. Arkadaşlarım ve ailem o konuda eleştirirler beni; “çok çabuk samimi oluyorsun ve bu yüzden çoğu zaman zarar görüyorsun” derler. Ben birisiyle arkadaşlığa başladığım zaman benim için puanı 10’dur. Oradan indirmesi veya o en üst seviyede bırakması onun elinde olan bir şey. Kuşkucu bir şekilde “ben bunla arkadaş oldum ama bana ne zaman kazık atar” dersen, paranoyak olursun. Riski yok mu tabii ki var, yediğin kazıkla ortada kalabiliyorsun da. Ama olsun, benim çerçevemden bakınca herkes bence en üstten başlamalı, gerisi onların elinde diye düşünüyorum.
Hayatında başına gelen en komik, en gülünç olaylardan bir tanesini hatırlamanı istesem?
Şimdi benim ağzımdaki dişler protez, bundan 15 sene önce bir kaza geçirmiştim, onun için yapılması gerekiyordu. O dönemde de Dormen Tiyatrosu’nda bir oyunda oynuyorum. Protezler yapılana kadar geçici olanları takılıyor. Diş doktoruma dedim ki “sahneye çıkıyorum, beni toparlaman lazım!” o da dedi ki “tamam geçici bir şey yaparız, çok sıkı yapıştırmayacağım”. Oyundan önce hissettim; ağzımda oynuyor, “inşallah ağzımdan çıkıp böyle yutmam” diye içimden geçirdim. Bir kavga sahnemiz var, tartışıyoruz filan, üst dişlerimin fırladığını gördüm. Ve o anda havada yakaladım! O ağzından çıkınca konuşamıyorsun da; “ben bir tuvalete gidip gelicem” dedim çıktım sahneden, yerleştirdim, tekrar içeri girdim.
Rezalet!
Büyük rezalet! İşte sahneden herşey gelebilir insanın başına, öyle bir macera sahneye çıkmak çünkü.
Bıkmadan, usanmadan her gördüğünde gülebileceğin bir şey var mıdır?
Düşme videolarına katılarak gülebilirim ve defalarca seyrettikçe de azalmaz gülmem. Başına bir şey gelmiş insanın durumu zaten trajedidir ya, ama trajedinin de kendi içinde bir komedi barındırdığına inanırım ben.
Evet geyik bir sorumuz geliyor, gülmeyi mi daha çok seversin güldürmeyi mi?
Güldürmeyi seviyorum ama biraz mesleki bir dejenerasyonla alakalı, arkadaş ortamında dur bir sazı elime alayım durumu olabiliyor. Gülmeyi seviyorum ama güldürmeyi daha çok seviyorum, sahneden bahsediyorum yoksa arkadaşlarımı evde toplayayım onlara bir şov yapayım manyaklığım yok. Güldürmeyi çok seviyorum çünkü oradan gelen gülme ile beslendiğime inanıyorum.
Mesleki anlamda istediğin noktada mısın? Uzun senelerdir hem tiyatro, hem dizi hem de sunuculuk yapıyorsun ama sanki dananın kuyruğu bir türlü kopamamış gibi. Sanki bir basamak daha varmış da…
Bir değil birkaç basamak! Dananın kuyruğu kopmadı. Aktörlük çok acayip bir meslek, ben Dormen Tiyatrosu’nda bu işe başladığım zaman çok erken parladım, diziler, televizyon programları falan. Ben şöhrete karşı değilim, şöhret bu işin bir parçası. Bu işi yapıyorsan tanınmaktan dolayı sıkıntı yaşayamazsın, “rahatsız oluyorum beni yolda çeviriyorlar” filan bunların hepsinin yalan olduğunu düşünüyorum, hepimizin egosunun beslendiğine inanıyorum. Sonra bir nadas dönemi gelir, özellikle erkekler için. 38-45 yaş arası nereye koyacaklarını bilemezler seni, ben o dönemdeyim sanırım şu anda. Olmam gereken yerde olduğumu çok düşünmüyorum, bende de hatalar olabilir, belki yeteri kadar yetenekli değilim bilmiyorum, bu kadar da dürüstüm. Belki de Türkiye’deki yönetmen ve yapımcıların birazcık daha görüşlü olmaları ile alakalı. Ben yeni yeni 18 kilo verdim, uzun zamandır kilolu bir hayatım vardı, 3 haneli rakamları görünce korktum ve 6 ayda zayıfladım. “Yosi iyi aile çocuğu oynar, avukat oynar, takım elbiseli işleri oynar”… Bir tane yönetmen “babacım seni bir seri katili oynatmayı düşünüyoruz” demedikleri için hata belki biraz da onlarda var diye düşünüyorum. Biz birtakım kalıpları seviyoruz, Hollywood’ta öyle yürümüyor işler, adam bir filminde psikopatı oynuyorsa ötekinde bir şirketin CEO’sunu oynuyor.
Senin oynamak isteyeceğin bir rol nedir?
Bir seri katili, bir psikopatı oynamak isterdim. Çok isterdim Californication’daki Hank Moody gibi bir rol oynamayı. Türkiye’de yapılmıyor bu tarz işler, daha kalıpçıyız bu konuda, teleziyon kanallarının yöneticileri de öyle, telezviyon prodüktörleri de öyle.
Daha yeni yeni sinema sektörü biraz açılmaya başladı sayılır…
Evet ama yine de çok sivri işler yapmayı sevmiyoruz maalesef. Ben desem ki İstanbul’lu bir yazarın hayatını anlatalım, İstanbul’un gece hayatını , çarpık ilişkileri anlatalım desem “Ya Yosi’ciğim bir ağa işi yapalım seninle” diyecekler büyük olasılıkla.
Kişilik olarak bir anda büyüdüğün hissettiğin bir an var mı?
Hayır. Hiç büyüdüğümü düşünmüyorum.
Bir anda değiştiğini hissettiğin bir olay?
Geçenlerde arkadaşlarla çıktık, bir bara gittik “galiba yaşlandım artık yaaa” dedim, böyle bar mar, yüksek tonajda müzikler falan… ama içimdeki çocuğun kesinlikle ve kesinlikle büyümediğini düşünüyorum ve inşallah hiçbir zaman da büyümez. Çünkü o büyürse, hızlı büyüyeceğini ve çabuk öleceğini düşünüyorum. Büyümemeliyim diye özellikle kastırmıyorum ama ruh halim onun büyümediğini gösteriyor. Bunu en iyi gösterdiğim zamanlar genellikle yeni bir oyunun provasına girdiğimiz zamanlar, bir turneye gittiğimizde. Oyundaki arkadaşlarla yaşımızı sorguladığımız çok oluyor, 40 yaşında adamın esasında yapacağı hareketler değil, fakat onu yaparken çok eğleniyoruz.
Ruhuna iyi gelen şeyler nelerdir?
Ailemle vakit geçirmek; aile kavramının çok önemli olduğuna inanıyorum ben. Arkadaşlarımla vakit geçirmek. Sonra müziğin ruhuma iyi geldiği düşünüyorum; sabah kalkarım, suratımı yıkamadan müzik setine basılır, yani o evde bir şeyler dönecek. Yaşamın kaynağı olduğuna inanıyorum müziğin, ritmin. Güne nasıl başlarsan öyle devam edersin ya, ben o gün kötü uyandıysam , müzik de açmadıysam gerçekten o günüm kötü geçer ve ben onu hayatımda bir kayıp olarak kabul edebilirim. Müzik dinleyip ruhunu beslemek bile esaslı bir şeydir.
Ne tarz müzik dinlersin?
Jazz dinlerim, rock müzik… artık heavy metal çok fazla dinleyemiyorum.
Kafa götürmüyor!
Evet aynen öyle, kafa götürmüyor metali falan. Eski fransızca parçaları dinlerim, 80’ler benim için çok önemlidir. O zamanlar yapılan müzikler çok kişiliği karakteri olan müzikler, yabancı müzik olarak söylüyorum.
İsim alalım isim!
Wham!, Pet Shop Boys gerçi o biraz daha 90’lara kayıyor ama, Michael Jackson, Samantha Fox çocukluğumuzun…
… damga vuran ismi değil mi!!
Tabii! Bir dönemin cinsel aktivitesine yön vermiş kadındır Samantha Fox! Aynı şekilde Sahil güvenlik dizisi, hepimiz David Hasselhoff gibi baklava karın kaslarımız olsun, Pamela Anderson gibi sevgilimiz olsun filan isterdik!
Şu an ne işlerle meşgulsün?
Yeni bir oyun hazırladık “Üçüncü Türden Yakın İlişkiler Başlangıç” diye, 6 Mayıs’ta prömiyer yapıyoruz, 5-6 oyun oynayacağız sonra bir yaz turnemiz var, sonrasında da Akatlar Kültür Merkezi’nde oynayacağız. Çok eğlenceli, çok keyifli bir oyun olduğunu düşünüyoruz, bizimle de beraber eğlenmek isteyen seyircileri bekliyoruz. Vitamin tadında iki buçuk saat geçirecekler, şiddetle tavsiye ediyorum.