KENDİYLE UĞRAŞAN ADAM – RAGIP SAVAŞ
Ragıp Savaş. Bakmayın öyle normal durduğuna. Durmadan kendiyle uğraşan, rahatsız bir Akrep o. Hem kendini yöneten hem de bundan dehşete kapılan bir adam. Mutluluk anlayışı ve kendiyle olan derdini anlattı. Bir de “söyleyemem” dediği, hayatındaki en fantastik anın gizem perdesini araladık!
2011 yılında yoğun bir şekilde sinema filmlerin geldi arka arkaya, 2011 yılı senin yılındı diyebilir miyiz?
Sinema açısından evet, şanslı bir donem oldu; “Ya Sonra”, arkasından “Çınar Ağacı”, şimdi de “Türkan” filmi. Bilmiyorum arka arkaya bu kadar şey yapmak doğru mu değil mi ama benim için şu anlamda doğruydu: bütün roller birbirinden çok farklıydı, hiç tekrar düşmeyecek roller olduğu için doğru projelerdi. Çok keyif veriyor bir oyuncunun kendini farklı rollerde gösterebilmesi. Sadece iyi görünen, “jön” hikayesinin kırılması açısından da faydalı.
Bir anda bu kadar peşpeşe teklif gelmesinin, sana olan ilginin yükselmesinin açıklaması nedir sence?
Bilmiyorum ki, belki şans! Onu çok yükseltecek bir şey de yapmadım. Galiba sinemada yönetmenlerin tercihi biraz daha oyunculuğu anlayan, kafa yoran insanlardan yana.
Niye sürekli yan roller geliyor peki? Niye bir türlü başrollerde göremiyoruz seni?
Ben çok başrol oynadım, televizyonda da, sinemada da. Bundan önce “Herkes Mi Aldatır” diye bir film yaptık. Galiba insanlar biraz daha benim üzerime kurulmuş projelerde görmek istiyorlar beni ama ben böyle düşünmüyorum; oyunculuk böyle başrol kafasıyla olacak şey değil. Üzerine yapılan işler iyi olmazsa o zaman bu sektörün seni kaybetme tehlikesi daha fazla. Bu demek değil ki riski almak anlamsız. Bana teklif edilen işin ne kadar üstesinden gelebilirim ya da benim kariyerime ve oyunculuğuma ne kadar yarar, ona bakıyorum. Ama tabii ki üçüncü veya dördüncü derecedeki rolleri çok tercih etmedim. Bir de artık başrol hikayesi bitti. Sinemada yine daha çok olabiliyor ama özellikle televizyonda 3-4 başrollü hikayeler daha çok tercih ediliyor çünkü senaristler açısından daha iyi, hikayeyi daha iyi açabiliyorsunuz, seyirciyi daha çok içine çekebiliyor, herkesin bir hikayesi oluyor. Bundan sonra da böyle devam edecek diye düşünüyorum projelerin. Olması gereken bu.
Bu sayının konsepti önceki sayılara göre daha pozitif, “smiley” olarak belirlendi.
Çok da smiling yapmadık! Mehmet’in smiley’i ancak bu kadar oluyor!
Şu anda hayatının mutlu bir döneminde misin?
Evet, son zamanlar öyle. Ben çok sıkıntılar yaşadım, annemi ve babamı kaybettim iki yıl arayla. O çok fena bir şey, bin katlı gökdelenden yere çakılmak gibi bir şey. Evlendikten sonra ve çocuk olunca çok daha farklı bir boyuta geçiyorsun, bu da çok eğlenceli ve mutluluk verici bir durum. Mutluluk da göreceli bir kavram, kime göre mutluluk? Ama son dönemlerim çok iyi, projeler açısından, tiyatro açısından, özel hayat açısından öyle.
Kendini mutlu bir adam olarak tanımlayabilir misin?
Zaman zaman mutluyum, zaman zaman hüzünlüyüm. Her zaman mutlu olmak iyi bir şey değil bana göre, özellikle sanatçılar için. Çok mutlu yaşamak, o zaman birtakım şeyleri görmemek anlamına geliyor, hayatın içindeki bir sürü şeyi kaçırabiliyorsunuz. Ben değişik ruh halleri içerisinde olmayı seviyorum, düşüşlerim ve çıkışlarım çok fazla.
Genel anlamda pozitif bir insan mısın yoksa melankoliye daha mı yatkınsın?
Pozitifim ama bu herhalde yaşla da ilgili bir şey.
Arabesk damarın var mı?
Hiç yok ve nefret ederim arabesk damardan. Melankolik durumu geçtim, öyle bir durumum vardı daha gençken. Şimdi daha akılcı, daha çözümcü bakıyorum her şeye. Çünkü aile olunca ve bu kadar işin içerisinde olunca, o kadar şizofrenik bir durumda yaşamak olmuyor. İstediğin gibi takılamıyorsun; iş seni devamlı bir yerlere sürüklüyor, kafanın açık ve pozitif olmasını gerektiriyor.
Mutlulukla ilgili kaderci bir anlayışın mı var? Mutlu olmak öğrenilebilir mi şey mi sence?
Ben kaderciyim. Öğrenmeye çalıştım ama onun bir formülü yok. Çok da duydum etrafımda “bak şöyle yaşarsan çok mutlu oluyorsun” diye, hatta “şunu ye iç, bak nasıl bir endorfin patlaması olacak” falan… Tabii ki etkendir bunlar ama ben biraz kaderciyim. Mesela şu an “Türkan” filmini çekiyoruz, çok depresif bir moddayım, çünkü her gün sete gidiyorum ve karşımda son günlerini yaşayan bir kanser hastası var, gerçek olmasa da etkileniyor insan. Bizim işimizde devamlı mutlu olmak, devamlı gülmek ve pozitif olmak mümkün değil. Proje bittikten sonra tabii ki sıyrılıyorsun o ruh halinden ama standart kafada olmayı ben çok sevmiyorum, değişik ruh hallerinde olmak, o ruh hallerini tanımak, hem oyunculuk için iyi hem de doğrusu bu galiba. Korkarım hep çok mutlu olan insanlardan. Sahte geliyor, herkes çok mutlu olamaz hayatı boyunca.
Bu hayatta başına gelen en güzel şey nedir?
Tabii son dönemde evlenmem, eşimin ve kızımın olması ama hayatta başıma gelen en güzel şey tiyatro yapıyor olmam bana göre, çünkü tiyatro sayesinde bütün bunlar oldu hayatımda; televizyon, sinema vs… O iş sayesinde çok güzel insanlarla tanıştım, para kazandım. Ben tiyatroya aşık oldum, onun sayesinde herşey oldu ve ailem geliyor tabii ki sonra. Çok klasik ama!!
Daha önce başka tiyatro oyuncularıyla röportaj yaparken biraz üstlerine gitmiştim “niye tiyatro bu kadar kutsalmış gibi gösterilmeye çalışılıyor” diye…
Yoo kutsamıyorum; çok seviyorum. Hiçbir şeyi kutsamam Tanrı’dan başka. Bize kızıyorlar tiyatro yapmayanlar ama tiyatronun farklı bir kafası var. Tiyatro başka bir şey, gerçekten. Bunu yapmayan anlayamaz, içinde olmak lazım. Bu tartışmaya girmek bile doğru değil, televizyon oyuncusu olan bir arkadaşımıza “bak ben tiyatro oyuncusuyum” diye yaklaşmak gibi şeylerim yok, hiç sevmiyorum öyle şeyleri. O onu yapmıyorsa onun suçu değil ki! Ama tiyatro bir ilim, bunu bilmesi lazım öbür insanların da. Zor bir iş tiyatro; çok acı çektiren, çok nankör bir meslek. Hep ister, hep ister… Ben kendime bakarım, hayatta hep kendimledir derdim. Akrep burcuyum, iğneyi hep kendime batırırım. Aptal bir akrebim ben, hep kendimi zehirlerim.
Akrep’lerin hayatla bir alıp veremediği var gibi, hayat senin için oldukça zor olmalı!
Zor! Rahatsızlar tabii, ben de çok normal bir adam değilim, rahatsız bir ruhum var. Aşırı mükemmeliyetçiliğin de sıkıntılarını çok çekiyorum. Hayat etrafımdakiler için de çok zor, ama alışıyorlar tabii zamanla bana. Keşke baştan söyleseydim Akrep olduğumu, sorularını ona göre sorardın!! Yani çok duvarlara çarpıyorum ama işim açısından bu gerçekten iyi. Benim tek derdim kendimle, kendimi geçmeye çalışıyorum.
Hayatında başına gelen en fantastik olay nedir?
Var tabii ama “en”ini düşünmem lazım, bir de röportaja yazılır mı onu bilmiyorum!!
Neyse ben boşlukları doldururum kafama göre; “kendisi gülmekten yıkıldı ama açıklama yapmak istemedi” diye! O anlamlı bakışı gördüm!
Ne ben söyleyebilirim, ne de sen yazabilirsin!
Neyse okurlarımızın hayal gücüne bırakıyoruz o zaman! Peki bu röportajda bana yapabileceğin en bomba açıklama ne olabilir?
Bomba bir açıklama mı bilmiyorum ama geçenlerde şunu düşündüm: tiyatro dışında bugüne kadar sanatsal anlamda beni zorlayan bir rol olmadı mesela, televizyon ve sinemadan bahsediyorum.
Var mı peki kafanda şu olsa oynardım, ya da böyle bir rol beni zorlardı dediğin?
Bilmiyorum tabii ne geleceğini bilmediğim için. Tiyatro seyircisi Türkiye’de çok az olduğu için, seyredenler dışında pek kimse bilmez ama tiyatroda o kadar büyük prodüksiyonlarda ve o kadar önemli roller oynadım ki! Bu kötü bir şey tabii ki, gelişemediğin için kötü, ne kadar zorlanırsan o kadar bir şeyler öğreniyorsun, ve gelişmeye başlıyor oyunculuk. Daha zor rollerde, daha farklı prodüksiyonların içinde olmayı tercih ederim anlamında söylüyorum.
Bir mesaj bu yapımcılara, belki daha zor roller söylerler diye.
Mesela?
Mesela çok istediğim bir şey var, spastik bir adamın hayatını oynamak istiyorum. Şizofren falan değil, özellikle böyle bir şeyim var; çok akıllı, spastik ama bir sürü şeyi yapamayan bir adamın hayatını anlatmak mesela beni çok zorlar. Televizyonda, sinemada ya da tiyatroda. Bu bir örnek tabii, arkasına bir sürü roller konabilir. Standart olan hiçbir şeyi sevmiyorum oyunculukta. Düz çizgisi olan, çabuk içine girip yaratabileceğim şeyleri sevmiyorum.
Bu çekimde sen kendi kuklalarını yönetiyorsun… O metaforun sende nasıl bir karşılığı var?
İşte benim kafam o. Soruyorsun “ya mutlu musun?” diye, benim öyle bir durumum var; yukarıdan kendimi elimdeki kuklalar gibi yönetiyorum. Hem kendimi yönetiyorum hem de kukla gibi yukarıya, yani kendime bakıp korkuyorum “napıyorum ben kendime” diyerek.
Yöneten misin yönetilen mi?
Ağırlıklı olarak yönetenim ama bazen kızıyorum işte kendime neden böyle yaptım diye çatışıyorum çok fazla. Dışarıdan bakıldığında çok normal, iyi bir adam gibi görünüyorum ama o kadar iyi ve normal bir adam değilim. Hiç değilim. Kötü bir insan değilim, ondan bahsetmiyorum.
Yok ama bir rahatsızlık var yani…
Var, var tabii canım. Bu olay sanat yapıyoruz diye değil. Çok normal kafadaki adam sanat yapınca, sanat yapıyor diye kafası rahatsıza dönmez. Bu yapıyla ilgili bir şey. Sanat değiştirmez çok insanı, kendine bakışını biraz farklılaştırır, yabancılaştırır ama benim çok normal kafada bir adam olduğum söylenemez. Bir rahatsızlık var, ona da bir şey yapamıyorum.
Mizahla aran nasıl?
Çok iyidir, çok komik bir adamımdır.
Pek gülmüyorsun şu an ama?
Ya işte manyak demeyin, ben tanıştıkça çok komik oluyorum.
Belki yeni tanıştık diye o zaman…
Tanınmak da çok boktan bir şey, hiç bana göre bir şey değil, samimi söylüyorum. Hani “ay çok sıkıyor beni” diye söylenip de içinden “oh oh daha çok tanınayım” diyenlerden de değilim, gerçekten çok utanıyorum, kalabalıkların içerisinde filan çok terliyorum. Ben bu işi şöhretli olmak için yapmıyorum, benim derdim başka.
Senden imza isteyenlerle ters bir durum yaşamışsın galiba…
E veremiyorum ki, imza atmak bana acayip kötü geliyor, “fotoğrafın var mı?” diyor! Fotoğrafım yanımda nasıl olur ya? Yanından fotoğraf çıkarıp da imzalamak, hep onu beklemek anlamına geliyor, o da bir hastalık. İmza veremem dedim, niye atayım? Ben bunun peşinde değilim. Ben tiyatroya aşık oldum ve farklılaşmak istiyorum. Tiyatro seyircisi bunu biliyor. Ters köşe şeyler istiyorum. Ne kadarını gerçekleştirebilirim bilmiyorum, kolay değil Türkiye’de. Hep gişeye oynanıyor, o istediğim rolleri bu yaşamda bulur muyum bilmiyorum çünkü herşey ticari. Dediğim spastik adam hikayesini yapsan kimi enterese edecek, kim seyredecek? Mert (Fırat)’lerin filmi noldu yani, en son yaptığı “Atlıkarınca”… Millet “ay çok daraldım” diyor. Daraldın da kardeşim, bir şey anlatılıyor sana, ensest dünyada yıllardır yaşanan en önemli şeylerden biri. Seyircinin tahammülü kalmadı, sıkılmak istemiyor kimse. Tiyatroda da öyle, biraz ağır bir şey oynasan, ikinci perdede bir bakıyorsun salon yarıya düşmüş. Herkes gelsin gülsün, kolay anlasın, evine gitsin uyusun istiyor gibi bir durum var. Seyirci yetiştirmek gibi bir kaygımız yok, televizyonun zaten hiç öyle bir kaygısı yok, sinemanın keza öyle, Recep İvedik’ler, yok efendim kıllar tüyler filan… Seyirciyi yetiştirmezsen, seyirci yetişmez.
Çok karamsar bir tablo oldu ya, bu smiley sayısı için!
E karamsarım ya vallahi, sanatın Türkiye’de hiç iyiye gittiğini düşünmüyorum, hiçbir şekilde hak ettiği yerde olduğuna inanmıyorum maalesef.
Çok üzgün bir adam var ama sanki karşımda!
Yok üzgün değil, sinirliyim bu işlere. Düşünsene istediğin bir şeyi yapamıyorsun, çekemiyorsun hep içinde kalan bir şey oluyor.
İleriye dönük umut yok mu? İzmit Sanat Merkezi filan…
Orası çok güzel, çok mutlu ediyor beni. Oraya girdiğim anda çok acayip oluyorum çünkü çok sahici bir şey yapıyoruz
Yüzün güldü bir anda!
Eğitim çok sahici orada, bir çocuk geliyor, bir bakıyorsun oynuyor sahnede, bir şey vermişsin ona, o da onu yapıyor, ya da müzik ve dansta. Okul çok iyi gidiyor, Kocaeli’nde böyle bir okul yoktu.
O kadar umutsuz vaka değiliz o zaman!
Değilim tabii, sektörel durumlara kafam takılıyor. Hep bir umutla yaşıyorsun ama bahsettiğim şeyler de çok uç olduğu için onların yapılma şansı çok az, o biraz mutsuz ediyor.
Sen kendin bir şeyler yazıyor musun peki?
Yok sadece oyuncuyum. Yönetmenlik filan onları büyüyünce yapacağım, daha o kadar yetenekli değilim.
Son olarak çok alakasız ama sormak istediğim bir soru: maço bir erkek misin?
Maçoyumdur tabii. Kodum mu oturtan cinsten. Söylediğimin yapılmasını isterim, eşime çok karışırım, giyimine, saçına başına.
“Kılıbık erkek yoktur” derken ne demek istedin?
Kılıbık erkek yoktur, kendini anlatamaz erkekler. Ya da hakikaten çok kibardır, veya içgüveysidir. Kılıbık lafı çok yanlış erkekler için. Bütün erkeklerde maçoluk var ama volümleri farklıdır. Ben maçoyumdur. Yeğenime, ablama karışırım. Sanat yapıyorum, modern görünüyor ama o kadar modern kafam yoktur yani! Feodal bir tarafım var biraz, o da Türk’lükten!