YALNIZLIK ÖMÜR BOYU – ÖZKAN UĞUR
Özkan Uğur resimlerde görmüş olduğunuz haline bürünmek için tam olarak 6 saat kıpırdamadan ve büyük bir sabırla yetenekli Dükkan-ül Hayal ekibinin önünde oturdu. Beni sabrına ve iyi niyetine hayran bırakan “MFÖ abiyi” röportaj sırasında terletmek için ne kadar uğraşsam da, o ne soğukkanlılığından ne de neşesinden bir şey kaybetmedi. İnanılmaz eğlendiğim bir röportaj olurken, bonusu da çekim sonrasında elinde buzuki ile güleryüzlü bir vampir ve Frankestein’in canavarıyla bir arada güzel bir memleket geyiği çevirme imkanı oldu.
O meşhur replikle başlamak istiyorum: Abi senin yüzüne n’olmuş?
Bana n’olmuş ya değil mi? Ben nerdeyim, kim bu insanlar? Bambaşka bir karaktere, bambaşka bir ruh haline bürünüyorsunuz. Bu iş için yapılıyor tabii ama o ruh hali de önemli tabii, o adamın yaşadığını da hissediyorsunuz. Frankenstein hep korku kahramanı olarak bilinir ama aslında iyi huylu bir yaratıktır kendisi, yani garibandır. Yaratığın adı Frankenstein olarak bilinir ama aslında yaratıcısının adıdır “Dr. Victor Frankenstein”. Çocukluğumuzdan beri aklımızda kötü bir karakter olarak kalmış, yani Frankenstein deyince “kötü adam” deniyor halbuki görüntüsünden korkuyorlar adamın bir tek. Doktorundan yardım istiyor ama “gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” olarak kaldığı için, doktoru da bunu bırakıyor ve acımasız oluyor tabii. Bu benim ufaklıktan beri kafamın içine yerleşmiş bir karakterdi, onun aslında iyi kalpli olması beni etkilemiştir bu projede.
Hiç korkudan altına .ıçma noktasına geldiğin oldu mu?
Ufakken bizim müstakil bir evimiz vardı, ev geniş olduğu için mutfağa gidene kadar hep ıslık çalarak yürüyüp bir müdafaa durumuna geçerdim “hoop, orda kimse varsa ortadan yok olsun, ben geliyorum mutfağa lan!” diye. Ufakken korkularımız oldu tabii, ama 5 erkek kardeş olduğumuz için, 4 tane ağabeyim vardır benim, onların yardımları dokunuyordu “sakin ol, kendine gel” diye. Korku filmlerine götürürlerdi küçükken, bazen travmalar yaratıyordu beyinde ama, ağabeylerim konuşarak yumuşatıyorlardı olayı tabii, bizi de o korku toplumundan çıkartıyorlardı diyebilirim.
Korku/gerilim edebiyatı veya sinemasıyla aran nasıl?
Arada sırada gerilim filmi izliyorum. Korku filmi de izliyorum ama oradaki teknolojinin gerçekten çok iyi verilmesi lazım ki tam onun içine girelim.
Özellikle sevdiğiniz bir karakter veya film var mı?
Alfred Hitchcock filmlerini severim.
Fobilerin neler?
Mikrop fobim var, misosfobim var.
Mikrop mu?
Evet, misosfobi. Eve meyve geldiği zaman otuz kere söylerim bu meyveler yıkandı mı diye, yeşillikler sirkeli suya batırıldı mı…
Bu noktada dayanamayıp masaya kapanarak gülmeye başladım!
Pardon!.. Ama bu çok değişik bir şey!
Çok feci bir takıntıdır! Sebzeleri yıkamak içni özel bir su ve meyveleri silmek için özel mendilim vardı benim. Bir de ben Haluk Bilginer’le “Sıkı Dostlar”ın adaptasyonunda oynamıştım, orada da tamamen dağıtan bir adamı oynuyordum ama normal hayatımda da takıntılı bir adamım.
Titizlik de var mı?
Titizlik yok, evde çok titiz bir adam değilim, mikroplardan böyle bir durumum var çünkü çok eskiden sarılık olmuştum. Onu da kebapçıda oldum, salata yerken ağzıma taşlar geldi ve on gün sonra sarılık oldum. Ondan sonra da bir daha çok zor yerim dışarıda salatayı. Bence sen de yeme ayriyeten. Maydanoz, salata, roka lütfen yemeyin. Tavsiye ediyorum dışarıda yemeyin, evde yiyin. Özel sularınız olsun, mendilleriniz, hahaha…
Ay bana da bulaşacak şimdi!
Ama memleketimizdeki durumları biliyorsun, herşey çok steril vaziyette değil. Steril ortamı severim, o benim için önemlidir.
Kedi/köpek de sıkıntı yaratıyor mu?
Köpekleri de çok şey yapmam… yani severim de, kedim var benim mesela, kedimle daha güzel bir muhabbet kurabiliyorum. Köpekler de hoş ama evde besleyince onların hürriyeti kısıtlanıyor gibi geliyor bana. Bahçeli bir yer olması lazım. Hayvanlardan bir tek kediyi seviyorum.
Mikroplardan hoşlanmam dedin ama daha manevi konulara gelecek olursak; mesela ölüm korkusu, yalnızlık korkusu var mı?
Yalnızlık ömür boyu! Ölüm de gelecektir, orada yazıyor “her canlı ölümü tadacaktır”, lamı cimi yok. Erken gelmesin deriz, Allah uzun ömür versin.
Aklını kurcalayan bir şey midir? Sık sık düşünür müsün mesela?
Yok gelmez, mümkün olduğu kadar kendi moralimle yaşantımı devam ettirmeye çalışırım. Ölüm muhakkak olacaktır ama hayatta hiç olmazsa negatif düşüncelerden çıkıp pozitif düşünerek yaşantımı devam ettirmek, anı yaşamak daha çok hoşuma giden bir şeydir. Pozitif düşünürüm ve çok da plan yapmayı sevmem ilerisi için.
Mikrobik durumlar dışında başına gelmesinden en çok korktuğun şey nedir?
Mikrobik durumlar yok mu??
I-ıh, onun dışında.
Eee… Trafik kazası inşallah yaşamam, Allah korusun, öyle bir hadise yaşamaktan çekinirim.
Allah korusun. Sana göre insanı harekete geçiren itici güç korku mu yoksa cesaret midir?
Cesarettir. Korku hep bir kaçıştır. Cesaretli olduğun zaman üstüne daha çok varırsınız işinizin, daha çok üstlenirsiniz, konsantre olursunuz. Cesaretli olmanız lazım. Korkudan hiç bir şey elde edemezsiniz. Zayıflatır.
En sık gördüğün kabus nedir?
Çok vardır ama hep koşmak isterim, bir türlü koşamam ve arkamdan da kovalarlar. Uçurumdan düşerim. O anda uçurumdan aşağı atan da, hani sıçrarsınız ya, şeytan atıyormuş. Bir türlü yetişemem yani, en takıldığım hadise odur.
Dördüncü bir boyuta inanıyor musun? Cinler, ruhlar…
Vallahi bu konuda bize yukarıdan çok fazla öyle bir bilgi verilmediği için ruhlar konusunda çok fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Ruh durumum tabii vardır ama cinler filan… Ne kadar inançlı olursanız o cinler de pek etrafınızda dolanmaz. Inançlı olursanız, dualarınızı da ederseniz, o içten gelen bir şeydir yani iç huzuruyla, ruh nehrimizle ilgili bir şeydir.
Yaratıcılık insana manevi bir güç verir ya, kendini hiç tanrıcılık oynuyormuş gibi hissettin mi? Dr. Frankestein gibi…
Yok hiç bir zaman olmadı o, ama yarattığım bir şeyin o manevi hazzını grup elemanlarıyla hep beraber yaşamamız kadar güzel bir şey olamaz. Yaptığınız bir şeyin karşılığını da aldığınız vakit seyirciden, o alkış işte… Yani benim normal yaşantımda Dr. Frankestein’ınki gibi bir durum yok. Bizim yaptığımız şeylerden, yarattığımız şarkılardan, çıkardığmız bestelerden haz alıp aydınlanıp yükselme durumlarımız oluyor.
Grup olarak şu anda bir şeyler yapıyor musunuz?
Evet, grup olarak devam ediyoruz, bu sene de yeni bir albüm yapıyoruz. Konserlerimiz var, dimdik ayaktayız ve bir yaz boyu devam ediyoruz. Yeni albüm 1-2 aya kadar çıkacak.
Televizyon veya sinema tarafında bir şeyler var mı?
Televizyon tarafında herşey karambol biliyorsunuz, herşey çok uzun. Sadece diziler değil herşey uzun, talk show da uzun, spor programı da uzun, yarışmalar da uzun. Bunlar kısalmadan pek bir şeye gireceğimi düşünmüyorum. 45 dakika – 1 saate inmeden dizilerde oynamayı da düşünmüyorum. Önümüzdeki sene bir şeyler olacak ama galiba, benim hala umudum var! Kötü düşünmeyeceksin, o zaman çekiyorsun her şeyi. Iyi düşüneceksin yani.
Iyi düşünmeye biraz imkan verseler, o kadar çok kötü şey oluyor ki…
Olur, herkes birbirine verirse o sinerjiyi, o pozitif düşünceyi, oraya gelir. Mahalle baskısı var ya, o düşüncelerden arınmak lazım.
Peki ya sinema tarafında bir şeyler var mı?
Sinema tarafında projelere açığız. Cem’le (Yılmaz) birlikte inşallah – o da en kısa zamanda sağlığına kavuşur – yeni projelerimiz olacak önümüzdeki sene.
Ikili gibi hemen hemen her filmde birliktesiniz…
Vallahi biz bir takım olduk işte; müzik grubu nasıl oluyorsa, bu da film grubu oldu. Dışarıda da böyle, yönetmenler tanıdıkları artistlerle çalışırlar, müzikte de öyle. E biz böyle bir ekip kurduk, bu ekip de böyle devam ediyor ama bu her zaman böyle olacak değil, birkaç proje arka arkaya geldi. E çünkü birbirimizi tanıyoruz, setlerde gayet iyi çalışıyoruz, hiçbir rahatsızlık yok, huzur içinde çalışıyoruz. Huzursuzluk olunca o işte, yürümez biliyorsun. O bakımdan iyi bir ekip oluşturduk, bakalım hayırlısı diyebiliriz önümüzdeki sene için.
Frankenstein’in canavarı gibi senin de hiç kendi yaradılışına isyan ettiğin oluyor mu?
İlk zamanlar olabilirdi. Frankenstein’da yalnızlık ömür boyu durumu var. Bizim ekiple kırk yıldır beraber olduğumuz için, herşeyi de paylaştığımız için o korkuyu pek yaşayamadım. Çünkü paylaşma vardı, paylaşmak önemlidir. Ben zaman zaman yalnızlık hissedip de o korkulara kapılmadım. Ama gençken nolacak bizim halimiz, nolacak bu müzik hali, ben ne olacağım, tiyatrocu mu olacağım, müzisyen mi olacağım, konservatuara mı gireyim, ileride benim hayatım ne olacak derken MFÖ ile tanıştım… MFÖ İLE TANIŞTIM DİYORUM – Mazhar ve Fuat’la tanıştım yani hahahaaaaaa!!!…. Mazhar-Fuat-Özkan oldum bir anda! Bundan birkaç sene önce “aaa Mazhar-Fuat-Özkan’ın hanımı geçiyor demişlerdi”, bizi tek kişi zannediyorlar Cemal Reşit Rey gibi, yani Fazıl Hüsnü Dağlarca olduk biz! Neyse yani 1970 yılından beri bu yıllara kadar geldik yani 40 yıl olmuş, boru değil. Tabii savaşlar olmadı mı? E ailesin; aile içinde her türlü şey olur canım.
Bir gün gelip de seni artık hiç kimse sevmese, o canavar gibi dehşet saçma potansiyelin var mıdır?
Yok olmaz.
Ne olur o zaman?
Canavarlık filan kalmıyor ki zaten bu olaylar olduktan sonra, artık emekli bir canavar olabilirsin sen! Mağarana çekilip kalabilirsin, öyle bir canavarlaşma durumu olamaz. İyi ki genç yaşımızda meşhur olmamışız, genç yaşımızda meşhur olsak bugünlere gelemezdik; canavar olurduk işte o zaman. Yani bayağı bir olaylar yaşadık, gördük, yalnız kaldık, savaş verdik. Biz 30’lu yaşlarımızdan sonra meşhur olduk, e şimdi gelmişiz 60’a…
Ama ben şimdi üzülmeye başladım! Bu korku sayısı, biraz korku dolu olması lazım ama röportajdan hiç öyle bir şey çıkmıyor!
Ama ben hiç öyle değilim, öyle bir durumum yok! Görüntüde öyle ama içte öyle değil, canavarlık bir durum hiç yok, katiyyen!
Yahu yok mu şöyle ortaya çıkarabileceğimiz karanlık bir şeyler?! (isyan!)
Yahu yok hiç karanlık tarafım, bilhassa temizdir ve bakirdir!
Çok çiçek böcek oldu ama şimdi bu! Bi psikopat bir taraf falan…
Aaa yok piskopatlık, tamamen sahnede çalarken çıkıyor onların hepsi! “Psikopatım” şarkısında çıkıyor, “Deli deli kulakları küpeli”de çıkıyor, öbür şarkılarda çıkıyor şov olarak. Oyuncu gibi! Ben şimdi korku fotoğrafı çektiriyorum diye de yani…
Özkan Abi benim röportaj yanacak ama yoksa.
Bu da böyle bir değişiklik olsun! “Korku diye girdik noldu” dersin. “Adamın içinden ne çıktı” dersin. Ben niye karındeşen Jack olmadım! Çünkü Frankenstein, iyi ruhlu, kalbi temiz, ah canım benim, o çocuk öyle kalmış, yalnız kalmış! Ne doktoru ilgilenmiş, çocuk bir şeyler yaşamış orada! Çocuk oldu koskoca Frankenstein….
O zaman “öyle şeyler konuştuk ki yumuşatmak zorunda kaldım” diye bir giriş yazısı yazabilir miyim?
Haha evet.
Peki, bu anlamı olmaya sözlerle şarkılar yazıyorsun ya, onlar nereden geliyor?
Mesela Sude’yi yaparken o sözler, şarkıyı yaparken çıktı ağzımdan. O sırada Mazhar’a da dedim ki “baba ben böyle bir şeyler yazdım, yani söylüyorum, buna bir söz yazalım: Gel gözlerinle, aşkınla…. filan diye”, o da “tamam söyle sen dedi”. “Day, dahiyahu… Nurunda nurunda….” Biraz daha yanlarını düzeltti, “e tamam sözler bunlar” dedi. Ondan sonra ben her yaptığım şarkının arasına böyle nameler koydum. Kendiliğinden çıkıyor yani, hiçbirşeyi yok.
Korku ile ilgili hemen şu an bir kelime uydurmanı istesem, korkuyu ifade eden ya da korkunca söylenebilecek bir şey…
“Aney!!” filan olur herhalde, hahaha, sonuçta korkunca “koroko harmanda! Marango! Hidahin marahi!!! Harasto banda!!! kıtamambi!!!” diye bir ses gelmez, başka bir ülkeden olman lazım. “Annee! Anneee!” olur söylediğin. Yani anne gelir aklıma hemen, annem gelir.
Ya şöyle soğukkanlı bir korku olduğunu düşünürsek işte… (kafamda onu başlık olarak kullanmak olduğundan, illa bir uydurma kelime söyletmek için uğraşıyorum)
Sen de beni iyice Drakula’ya doğru götürüyorsun yani haa… başka bir ruh haline sokuyorsun röportajda!
Arada bir taklitler yapıyor, ucundan kenarından da olsa bir delirme durumları başgösteriyor diye seviniyorum!
Ama zaman zamanda da küçükken babam köşeden böyle kapıyı açıp “roaaarrhh” diye korkuturdu. Öyle korkular, öyle korkutmacalar yani. Oğlum bile zaman zaman annesine zaman zaman “hröööhhhh” falan yapıyor. Yani çok naif korkutmacalar. Onun dışında çok fazla bir durum yok, çocukluğumuzda yaşamışız o travmaları geçirmişiz işte, bitmiş yani.