ÖZGÜRLÜK VE AŞK OLMADAN DANS OLMAZ – NAZ ELMAS
Naz Elmas kelimeleri ve konuşmayı seven capcanlı bir genç kadın. Bu sayıda bizim için Pina Bausch’u canlandırıyor. Dans onun için “hem enerji atma ama aynı zamanda enerji toplama biçimi”. Kendisinin oyunculuk, Pina’nın ise dans konusundaki yaklaşımı hakkında konuştuk.
Dansla aran nasıldır?
Dansla aram iyidir, zaten enerjik bir insan olduğum için, beni mutlu kılan eylemlerden bir tanesidir. Enerjimi dans ederek attığıma inanıyorum.
Sen kendini hangi dansla daha iyi ifade edersin mesela?
RnB çok seviyorum, klasik müziği de seviyorum ama onun eşliğinde pek dans edilmiyor. Benim yine mizah şeklim ortaya çıkacak ama düğünlerdeki dans şeklinden de çok hoşlanırım. Bir de bir şarkı çalarken, şarkıya alakasız danslar ederek de eğlenebiliyorum. O da benim bir eğlenme biçimim. Oyunculuk anlamında “Ay Tutulması” dizisinde tango dersi almıştık ve tangoda kadın seksapelinin ne kadar ortaya çıktığını ve büyüleyici bir atmosferi olan bir dans türü olduğunu gördüm. Oyuncu olduğumuz için bütün dansları öğrenmek gerektiğine inanıyorum, hatta bir dans dersi almak da düşüncelerimin arasında.
Sence dans teknikle mi ortaya çıkar yoksa içinden geldiği gibi dans ederek mi?
Eğer profesyonel değilsen teknikten öte içinden nasıl geldiği önemli, herkesin en eğlendiği biçim odur aslında. Profesyonelsen tekniğin de çok önemli olduğunu düşünüyorum ama sonuçta dansçıların da oyuncular gibi bir ruh katarak bunu yaptığına inanıyorum. Mesela Black Swan filmi bu konuda beni çok etkilemişti. Çünkü orada hem büyük bir dans şovu vardı Natalie Portman’ın yaptığı, hem de dansçının ne kadar büyük bir psikolojik baskı altında olduğunu gösteriyordu.
Tiyatro da dans gibi performans sanatlarından bir tanesi, seni tiyatroya çeken şey ne oldu?
Herkes bir birey ve kimse kimsenin yerine geçemiyor bu hayatta, ama oyunculukta bir insan yaratıyorsun, onu tadabiliyorsun. Bu hayatta kendine es verdiğin hiçbir an olmuyor ama oyunculukta oluyor. Başka insanları anlayabilmek, başka hayatları canlandırmak. Tiyatro olarak bakarsak en önemli şey “o an”, “o dakika” dediğim, canlı olması. Bir sahnenin üzerinde o an herkesin size odaklanmış olması ve size şahit olması. O an siz kalp krizi de geçirebilirsiniz, ağlayabilirsiniz, gülebilirsiniz de. Aylarca prova yapmış olabilirsiniz ama o gece yaşananlar o provalardan her zaman farklıdır. İnşallah ben de bir gün bir oyun oynadığım zaman bu hazzı yaşayacağım çünkü bu mesleği niye yaptığını insan oraya çıktığı zaman hissediyor gibi geliyor bana.
Pina estetik anlayışını gerçek hayattan alıyor, sahnede sadece güzel insanlar olsun gibi bir derdi yok, yaşlısıyla çirkiniyle insanlar çıkartıyor. Senin güzellik ve estetik anlayışın nedir? Matematiksel midir, yoksa karşıtlıklardan mı beslenir mesela?
Doğa aslında benim estetik ve güzellik anlayışımı güzel özetler. Doğa dediğimiz şey, baktığınız zaman zaten bir bütün. Geceyle gündüze bakıyorsun, karla güneşe, fareyle aslana da bakıyorsun, doğa dediğin şeyde bütün artılar eksiler, o yaratılış benim güzellik ve estetik anlayışıma uyuyor aslında. Doğadaki o acayip düzensizlik içinde hiçbir zaman şaşmayan bir düzen var. Bir de mantıksal değil de, insani şeyler ve yaşanmışlık güzel ve estetik yapıyor. Pürüzsüzlük değil yani. Güzel dediğin şey kusursuz olacak diye bir şey yok.
Senin yaratıcılığını ortaya koyarken beslendiğin nokta nedir?
Bizde gözlem çok önemli bir şey, ben de bir karakter yapmaya çalışırken tabii ki hayatı gerçekleriyle algılamaya çalışıyorum.Hayal kurmak da oyunculuğun en başta gelen şeyi ama biraz da gerçekçi olmak gerekiyor. Benim en büyük malzemem hayatın ta kendisi. Bir gün senin işine bürünebilecek bir kızı da oynayabiliyorum, seni de gözlemliyor olabiliyorum. Herkesin formatları, kodları oluyor bende ama bu hayatın ta kendisinden oluşuyor. Köpeklerimi bile gözlemliyorum, çünkü onların da kendilerine ait bir karakterleri, prensipleri de var.
Sen mesleğini icra ederken seni izleyenlerle nasıl bağlantı kuruyorsun? İletişim şeklini samimiyetinle mi konumlandırıyorsun mesela veya espri anlayışınla mı? Ya da doğaçlama olabilir?
Sokaktaki seyircilerle diyaloğum hep güzel bir biçimde, güzel bir enerjiyle gitti ki herhalde, hep güzel enerjilerle geliyorlar. Yaptığın işin bir şekilde takip ediliyor olması ve sevgiyle yanına gelmesi çok güzel bir şey. Benim için samimiyet çok önemli, arkadaşlarım doğrucu Davut diyorlar. Çok dobra ve netim. Bir de mizahi yönüm ve komik oluşum vardır. İşin içinde ağlarken bile gülmek benim hayatımdaki yegane şeylerden biridir. Kendimizle bile dalga geçebilmeliyiz, bunu yapamayan arkadaşım yoktur benim.
Seçmek zorunda kalsan, dans mı yoksa kelimeler mi?
Kelimeler tabii ki. Kelimeler kıymetli.
Mesela şu anda “Artist” filmi bütün Oscar’ları topladı, tamamen performansa dayalı sessiz bir film. Sen böyle bir filmde oynamak istemez miydin?
Tabii ki oynamak isterdim!
O zaman performans mı kelimeler mi? Böyle sormak daha doğru olacak…
Performansı seçerdim o zaman. Çünkü konuşmadan bir şey anlatmak çok daha etkilidir diye düşünüyorum. Gün içinde kelimelerin farkına varmadan öylece konuşup geçebiliyoruz. Ama aslında kelimeler tek olarak baktığında, çok etkililer. Hele ki bir şeyi konuşmadan anlatmanın en kıymetlisi olduğuna inanıyorum.
Dans deliliğin uzantısı olabilir mi? Nasıl bir bağlantı vardır sence aralarında?
Zannetmiyorum, dansla deliliği bağdaştırmıyorum.Oyunculukla da hiç bir bağı olmadığını düşünüyorum.
Pina’nın bir sözü vardır; “Dans et, dans et yoksa kayboluruz!” diye, dansı bir varoluş biçimi olarak anlatıyor. Oyunculuk konusunda aynı şey senin için de gerçerli mi?
Benim için de bir varoluş biçimi, benim de hayatımın %99,9’unu kaplıyor. Oyunculuk olmasaydı ne olurdu, düşünsek… Bu kadar film olmasa ne olurdu?
Sen ne yapardın peki oyunculuk olmasaydı?
Bilmiyorum ki, şu anki benden farklı olurdum o zaman, çünkü bu benim kendimi aktarma, yaşama, enerjimi dağıtma biçimim, mesleğim, hayatım. Bunu düşünemiyorum, iyi ki de böyle bir şey olmamış. Toplumsal olarak bunu düşünseydik, yüzyıllardan beri oyunculuk denen şey olmasaydı, sanat eserleri, şimdiki dizilerimiz olmasaydı… Çok kuru olurdu diye düşünüyorum, çok daha cahil olurduk. Sonuçta bir şeyleri “ben olsaydım” diye izliyoruz. Sonuçta düşünüyoruz, en önemli şey bu, duygularımızla izliyoruz, bir şeyler öğreniyoruz. Her kitaptan her filmden ben bir şeyler öğreniyorum kendime dair.
{Hüzün, zayıflık, yalnızlık ve terkedilmişlik} veya {aşk, güç, özgürlük ve aidiyet}, dans sence bu kelime setlerinden hangisini daha çok temsil ediyor?
Kesinlikle ikincisi. Birincisi çok negatif şeyler çağrıştırıyor. Özgürlük ve özgür bırakmak kelimesinden zaten dans olduğunu anladım çünkü kendini özgür bırakmadan insan nasıl dans edebilir? Özgürlük ve aşk olmadan bence dans olmaz yani.