BENDEN İYİ BİR SERİ KATİL OLABİLİR – METİN AROLAT
“Amaç korkunun ne kadar derinine inmekse, o kadar keyifli röportajlar ortaya çıkıyor sanki. Metin Arolat ile yaptığım röportajda da böyle oldu. Samimi, önce hüzünlü sonra kahkahalı ve itiraflı. Korku, ölüm, öteki dünya, seri katiller ve jilet kesikleri üzerine değişik bir sohbet…”
Geçmişte en büyük korku duyduğun an hangisiydi?
Bir sürü kafamda saçma sapan bir şekilde büyüttüğüm şeyler oldu. Gerçek olsa nasıl olurdu diye düşündüğüm şeyler var, mesela ortaokuldayken yakın bir arkadaşımı kaybetmiştim, hayatımdaki ilk ölümdü o. Onun sesinin garip bir tınısı vardı ve o kanserden öldükten 3-4 gün sonra arkamdan “Metin” diye onun sesini duydum. Aslında korkmadım çünkü bende iletişim kurma duygusu korkunun önünde. Ürperiyorum evet ama başkası olsa öyle bir şeyden korkabilir. Hayatımda o kadar çok ölüm oldu ki; ağabeyim, babam, arkadaşlarım, ailem… Ağabeyimle çok iletişime geçmeye çalışıyorum. Şöyle derim: “Bizim bilmediğimiz bir şey varsa, sen bizimle irtibata geçme gücüne sahipsen orada, ben senin küçük kardeşinim, eminim korkacağımı düşünerek yapmazsın bunu ama vallahi korkmayacağım, bir göreyim seni, iki laf edelim” derim. “Ya da gözükemiyorsan da belli et, filmlerde görürüz ya bir şey yerinden oynar, ben bileyim ki sen burdasın, ve benim hala seni sevdiğimi düşündüğümü bil, içim rahat olsun”. Çünkü ağabeyim öleli 20 sene oldu. Üniversiteden mezun olduğu gün, mezuniyetine giderken kaza geçirdi ve tam bir sarsıntıydı benim için çünkü tam küçük kardeştim, şımarık, ağabeyine hayran, onun gibi olmaya çalışan… İşte korku derken bu tip şeyler yaşıyorum, ama ben çok fazla korkmuyorum. Aksine herkesin korktuğu şeylerle bir yolu varsa nasıl iletişime geçebilirim kısmını düşünüyorum. Ürpersem de, kalbim deli gibi atsa da o anda o korkunun keyfini çıkartıyorum, belki bana herkesin yaşamadığı çok özel bir şeyi getirecek.
Hiç bağlantıya geçebildin mi peki?
20 senede ağabeyimi anmadığım bir gün bile yoktur. Hiç kimseyle konuşmasam bile evde yalnızken onunla konuşuyormuş gibi, sanki o varmış gibi hareket ediyorum. Bir keresinde gece yataktaydım ve o gün üzgündüm, onu çok özlemiştim. Uykuya daldığımda rüyamda ağabeyimi gördüm – çok fazla rüya gören biri değilim ben – ve herşey çok gerçekti. Ona sarıldım, içime soktum, yüzünü tuttum, “iyisin sen ya” dedim, “iyiyim iyiyim merak etme sen” dedi. Uyandığımda hayatımdaki en büyük terapiyi görmüştüm herhalde. Yıllarca özlüyorsun, içinde büyütüyorsun o özlemi ve o gün kavuşmuş gibi hissettim. Çok güzeldi. Bir daha da gelmedi eşek herif. İstiyorum yani gelmesini. Bir de onlar gidip sen kaldığın zaman garip bir suçluluk duygusu hissediyorsun, “yeterince sevemedim mi”, ya da oradan beni seyrediyorsa, her an yanımdaysa diye ona hesap vererek yaşamaya başlıyorsun. Yani bir yandan iyi; onun tasvip etmeyeceğini düşündüğün şeyleri yapmamaya yöneltiyor, bir yandan durmadan sanki Big Brother seni seyrediyor.
Korkularım yok dedin ama yine de gelecekte başına gelmesinden korktuğun şeyler var mı? Yalnızlık, ölüm korkusu gibi…
Var. Ölüm korkusu değil, aksine benim sülalem çok uzun seneler yaşamışlar, Kafkas geni var, çerkezim ben ve büyük aileler olarak yaşamışlar. Dolayısıyla yaşlandıkları zaman hep ailenin içinde ve saygı gören kişiler olmuşlar. E şimdi kendi hayatıma bakınca; evlenmedim barklanmadım, yalnız yaşıyorum, ağabeyim gitti, ablam benden bir hayli büyük, Allah sırayla versin tabii ama sırayla gidersek ben çok tek başıma kalacağım. Tek başına kalmak da değil sorun; alışık olduğum, ailemde gördüğüm kimse tek başına değildi. Tek başıma kalınca ne yaparım, bir türlü bunu planlayıp gözümde canlandıramıyorum ve o bölümü hep es geçiyorum korktuğum için.
Korktuğun şeylere olan yaklaşımın nasıl; kaçar mısın üzerine mi gidersin?
Şimdi bahsettiğimde kaçıyorum ama çocukluğumdan beri şöyle tuhaf bir tarafım var: daha popülist baktığım zaman, okumadığım korku romanı, izlemediğim korku filmi yok. En basiti bile, prodüksiyonu düşük olsun diye bir binana 3 kişi ile çekilmiş filmleri bile kaçırmam. Öyle bağırış çağırış korku içinde izlemiyorum, garip bir zevk alıyorum. Öyle sürreel şeyler izlediğimde de keşke bunlar gerçek olsa da ben bunları yaşıyor olsam duygusuna kapılıyorum.
En sevdiğin film hangisiydi peki?
Nicole Kidman’ın oynadığı “Others” filmine bayılmıştım. “Others” ve “Sixth Sense” yeni bir kurgu biçimiydi. Hep sonunda beklemediğin bir şey oluyordu. Şimdi yine öyle bir sonla biten bir filmle karşılaşsam ondan etkilenmeyeceğim çünkü bunlar ilkti ve o tokatı ilk onlar attılar, o yüzden bu kadar aklımda kaldı ikisi de. Belki de yine yaşadıklarımla alakalı, “onlar acaba orada mı” durumuna yakın oldukları için etkilendim bu filmlerden. Sadece konu da değil, Nicole Kidman’ın oyuculuğu da mükemmeldi tabii.
- kuşaktan Mevlana’nın torunu olduğunu okudum, enerjik ve pozitif bi enerji yayan bir insana benziyorsun, etrafında olumlu bir bulut var gibi…
Evet, öyle olumlu bir bulut var ama işin özüne indiğin zaman da aslında kendimi çok olumlu gören bir insan değilim. Bu tuhaf, verdiğim elektrik öyle ama kendim aksine herşeyin ilk önce olumsuz taraflarını gören bir insanım.
Çiçekli böcekli güneşli kliplerden olabilir belki!
Belki! Yüzümün ifadesi çocuksudur benim, bir türlü büyeyemen bir suratım vardır. Onlar öyle kandırmaca bir duygu yaratıyor insanda ama tanıdığım en olumsuz insanlardan biriyim.
Ben de o yüzden, Mevlana’nın torunuyken ve pozitif izlenimler verirken korku sayısına dahil olmayı kabul ettiğin zamanki düşünceni sormak istiyordum, iletmek istediğin bir şey mi var?
Yok yani korkuyu olumluya çevirme, “ah ne güzel korkudan da keyif alıyoruz” polyannacılığında değilim. Bu gözüktüğüm mutlu mesut, herşeyi olumlu insan durumunda bile çok keyifli ve mutlu değilim.
Hep olumlayan bir insan portresi var sanki röportajlarında…
Olumlamaya çalışırım. Şuna inanıyorum: durup dururken de olumsuzluk olmamalı, insanlara sadece olumsuzluk aşılanması, sadece benim onlara değil, onların da bana aşılaması biraz fazla gelebiliyor. Ben bundan biraz sıkıldığım için karşımdaki bana olumsuz bir soru sorduğunda da onu bu soruyu sorduğuna pişman edecek bir cevap vermeye çalışıyorum. Bu da bi refleks aslında, bu da bir olumsuzluk, ona karşı olumsuz davranıyorum. Sahtekar da olabiliyorum. Sebebi de şu: gerek olmayan yerde can acıtmaya çalıştıklarında – kimseye kötülük yapmış bir insan değilsen, şahsi gıcıklığı yüzünden sana saldırıyorsa, oysa tanıdığı zaman seveceği ve arkadaş olacağı biriysen – “o beni tanısaydı”yı göstermeye çalışıyorum. O zaman belki olumluymuşum gibi gözüküyor ama orada yaptığım da olumsuz bir tepki.
Bir hayran kitlen ve Twitter’da 55.000 civarında takipçin var. Bir gün bir baktın, o sayaç gibi tıkır tıkır düşmeye başladı ve sonunda sadece 1 takipçin kalmış, ne hissedersin?
Buna hazırlıklıyım. Yaptığımız işlerin büyük bir büyüsü var sonuçta; seni tanısa da tanımasa da birileri seviyor, evet bu güzel bir şey ama çok kendi tarafımdan bakmıyorum olaya. Ben de bazı insanları bazı zamanlar severim sonra unutabilirim, sonra başka birini sevebilirim. Ben bu işlere başlarken çok ani bir gelişme oldu, o zaman pop müzik yeni yeni patlıyordu ve bir gün ünlü değilken, bir gün bir bakmışsın ki ünlü olmuşsun. Ama bu işe girerken bunun böyle olacağının farkındaydım ve kendi kendime şunu demiştim: “bu sonuçta sanal bir durum, ve buna kendimi kaptırmamam lazım”. Bunun için de benim albüm aralıklarım bile fazladır; ünlü gibi, çok o duyguyla yaşamayı sevmiyorum. Biliyorum ki bir gün bunun sonu var ve ben buna zaten hazır olmalıyım. Hazır olmak da değil, kendime karşıdan bakmalıyım. Belki yaptığım ikinci bir iş de olması; yönetmenlik yapıyor olduğunda da aksine bu duygu dışında davranman gereken bir şey yapıyorsun. İkisi de birbirini çok iyi dengeliyor. Bazen elinde olmadan kendini kaptırdığın anlar oluyor, bir bakıyorsun birileri senin kapını açıyor, bir yere gittiğin zaman en iyi yerlerde oturtuyorlar… evet ama, beni tanımıyorlar. Bunu yapmaları güzel ama doğru mu bilmiyorum. O an tadını çıkarmam gerekiyorsa çıkarayım ama biliyorum ki bitecek. Kimin bitmemiş? Bittiği zaman da üzülmemek adına çok ünlü, şöhretli ve bununla beslenen biri olmayı sevmedim hiçbir zaman. Yapamıyorum.
Vücudundaki jilet kesikleri etkisini senin üzerinde hangi olay veya kim yapabilir? Kimin böyle bir gücü var?
Vücudumda “why?” yazıyor, bazen öyle hissediyorsun. Az önce anlattığım konuda olduğu gibi, niye bana bunu yapıyor karşımdaki kişi? Kişisel bir gıcıklık yüzünden: seni seyretmiştir, sen gayet düzgünsündür ama ettiğin bir kelime için gıcıklı yapıyordur.
Ama herkesin gıcıklığı sende bu kadar derin bir etki etme gücüne sahip mi?
Ben o kadar güçlü ve kimsenin sözünden etkilenmeyen, kendi zırhını oluşturmuş bir insan değilim. Yeni tanışmamıza rağmen sen bile söylesen “ben seni sevmiyorum” diye, bunun bir açıklaması varsa, onu gerçekten düzeltmeye çalışır ya da yanlış anlamış olabileceğini düşünüp seninle çok zaman geçirerek bunu anlatmaya çalışırım. Sokakta karşılaştığım herhangi biri bile olsa gerçekten yaralanabilirim. Bazen görüyorum bazı arkadaşlar çok güçlü duruyorlar ama onların da çok güçlü olduğunu sanmıyorum. Onların gösterdiği bir kalıp var, ben bunu göstermeyi de sevmiyorum. Twitter’da bile biri bana kötü bir şey yazdığında, diğer kişilerden gizleyerek yazışmak yerine orada kendimi anlatmaya çalışıyorum çünkü yanlış biliyor. Kendimi onun yerine koyduğumda hak veriyorum bir yandan; ben de yanlış bilerek birilerine gıcık olabiliyorum çünkü.
Var mı çok gıcık olduğu halde seni takip edenler?
Tabii ki var. Orada 60.000’e yaklaşan takipçim var. Bazen diyorum niye takip ediyorlar, o kadar enteresan da bir şey yok takip edilecek. Hepsinin “Metin Arolaaat” diye haykırdığını sanmıyorum. Oradaki izleyenin çok olması, senin çok sevildiğin anlamında olduğunu düşünmüyorum.
İçindeki psikopat nelerle meşgul şu an?
İçimde kendimin de korktuğu bir psikopat taraf bazen öne çıkıyor hatta sorguluyorum kendimi “bu bir tek bende mi var?”. Ben herkeste olduğunu ve kimilerinin bunu çok bastırdığını, kimilerinin daha serbest bıraktığını düşünüyorum. Ben de bastıranlardanım ama ara sıra ortaya çıkıyor.
Mesela?
Bu psikopatlık değil şimdi anlatacağım şey: mesela eskiden beraber çalıştığım bir arkadaşım vardı, çok korkar her şeyden, ben be bunu korkutmaya bayılırım. Ama kızcağız korkudan ağlamaya başlar, o o ağladıkça ben bundan çok keyif alarak gülerim çünkü bana küçük bir kızın korkması gibi geliyor. Korkutma olaylarını o kadar senaryolaştırmıştım ve prodüksiyon yaparak korkutuyordum ki bir keresinde, evimin anahtarı onda var mesela, bana gelecek, beni uyandıracak ve beraber bir yere gideceğiz sabahın erken saati. İşim gücüm yok, kalktım. Banyonun fayansları beyaz ve sokak kapısından girince sağ tarafında banyoyu geçiyorsun benim odama gitmek için, banyoyu görmek zorundasın yani ilk önce. Oturduğum sitenin marketinden kedi için manca denilen etler, sakatatlar vs aldım. Eski bir tişörtüm vardı, yırttım ettim, tişörtün içinden et parçalarını çıkardım, her tarafımı kanladım ettim. Yattım yere bekliyorum gelmesini.
Çok özür dilerim de, bana yapılsa böyle bir şey hırsımdan nasıl döverim bilmiyorum!
Hahaha, benim yapmadığım şey kalmadı kıza, o ağlıyordu sadece! Gözüm de çok hafif aralık, gülmemek için çok çaba sarfediyorum. ! Odaya doğru gitti ama geçerken göz kenarıyla bir şey farkedersin ya, bir adım geriye geldi ve kızcağızdan ses çıkmadı. Bir iç çekti ama devamı gelmedi. Bayılacak herhalde dedim çünkü donup kaldı orada. Kalktım. Kalkınca bu daha beter korktu, çığlıklar atmaya başladı!! Hahaha!
Ama şirin bir psikopat bu! İçinde seni bile korkutan bir psikopattan bahsediyorduk, o ne yapıyor?
(epey düşündükten sonra…) Mesela benden iyi bir seri katil olurmuş…
Şaşkınlığımdan “nasıl yani?” diyeceğime “alo?” dedim! Ama o hiç istifini bozmadan devam etti:
Buna cesaretim var mı, birini öldürür müyüm? Hayır. Ama bir seri katilin neler hissedebileceğini, onun empatisini kurabiliyorum. Sapıklıklardan bahsetmiyorum, hani çocuklara tecavüz etmek vesaire gibi şeylerden bahsetmiyorum ama kafayı taktığım ve dünyaya zarar verdiklerini düşündüğüm, hani olmasalar dünya için daha iyi olur diye düşündüğüm insanları arka arkaya beynimde öldürebiliyorum. Ve güzel yollarla öldürüyorum, ama beynimde.
… Mesela diyeyim mi? (sonunda korkan ben oluyorum)
Hahaha, yok tabii, deme canım!
Deliliğin neresinde geziniyorsun?
Deliliğin bazen içinde oluyorum, bazen dışında oluyorum. Az önce bahsettiğim “psikopat ben” ortaya çıktığı zaman deliliğin bayağı içine girmiş oluyorum. Bunu seviyorum. Ara sıra deli olmanın güzel bir özellik olduğunu düşünüyorum. Herkes gibi olmadığımı düşünüyorum, kendimi özel hissettiğim anlar. Öbür “iyi Metin” olduğum zamanlar bana kalırsa bir özelliğim yok, herkes gibiyim. Ama kendimin bildiği piskopatlıklarımı uyguladığımda daha özel hissediyorum çünkü kendimle sır paylaşıyorum böyle zamanlarda. O zaman kendinle dost oluyorsun. Ama şu da var tabii, bütün bunları anlatıp da “bu adam psikopat mı, seri katil mi, zırt mı pırt mı?”, bu dediğin gibi şirin bir psikopat, ve aslında herkesin içinde olan bir şey: herkes birinden nefret ettiği zaman ortaya çıkar böyle şeyler.
Tabii canım ben piskopat yönümü anlatsam herkes “bu hatundan korkulur” diye kaçar herhalde!
Tabi herkesin içinde var bu, yeter ki bazen bunu gösterebil ama, çünkü karşındakinin bunu bilmesi güzel oluyor!